Atatürkçülük
1 sayfadaki 1 sayfası
Atatürkçülük
Atatürk'ün dünya görüşünün temelinde "muasır medeniyet" dediği Batı
Medeniyeti ana fikri yatmaktadır. Atatürk de aslında Doğulu ve İslami
bir toplum olan Türk Toplumu için, Tanzimattan beri yenilenme ve
kurtuluş yolu olduğuna inanılan Batıya yönelme hareketine inanmıştır.
Fakat onun Batıcılığı Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinin Batıcılığı
gibi tavizci değil mutak ve radikaldir. Bu sebeple bütüncü ve
samimidir.
Atatürk 10 Ekim 1923 de Fransız yazarı Maurice Pernot ya verdiği
bir demeçte şöyle söylemiştir: "Türklerin asırlardan beri takip ettiği
hareket devamlı bir istikamet muhafaza etti. Biz daima şarktan Garba
doğru yürüdük... Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz
Türkiye'de asri binaenaleyh garbi bir hükümet vücuda getirmektir.
Medeniyete girmek arzu edipte garba yönelmemiş olan millet hangisidir
?" diyordu.
Atatürk'ün Batıcılığı radikaldi. Gerçekten Atatürk Tanzimat'dan
beri gelen Batıcılığın yarattığı ikiliği mesela okulun yanında medrese,
adliye mahkemeleri yanında şeriye mahkemeleri, şalvarın yanında
pantolon ikiliğini reddetmiştir. Batı medeniyetini bölünmez bir bütün
olarak almış, yalnız teknikte, bilim ve felsefede değil edebiyatta,
güzel sanatlarda, hukukta duyuş, düşünüş ve yaşayışda da Batılı olmak
gerektiğine inanmıştır.
Atatürk'ün dünya görüşünün radikal olması ve bu sebeple kültürle
medeniyeti birbirinden ayırmaya imkan vermez görünmesi onun gerçeğini
tam yansıtmaz. Atatürk'ün kültürle yapmak istediği batılılaşma
yönündeki devrimi sadece Batının metodunu, kalıplarını, ve özellikle
batılı düşünüş tarzını getirmektir. Çünkü Türk toplumunun geri
kalmasındaki en büyük sebebin kültür ikiliği olduğuna inanmakta,
tanzimat batıcılığının ister istemez meydana getirdiği bu ikiliğe son
vermek, Batılı zihniyette ve şekiller altında milli bir kültür yaratmak
istiyor, aydınla halkın bu kültürle kaynaşmasını istiyordu. Milletine
"Ne mutlu Türküm diyene!" haykırısı ile seslenen bir insanın başka
türlü düşünmesine imkan yoktur. 1934 de şöyle söylüyordu: "Bir artık
grabliyiz. Eski dünyaya hakim eski medeniyetimizle sadece övünerek
değil, bütün zincirleri kırarak, son asır medeniyetinin gittiği
yollardan yürüyerek, bu seviyenin de üstüne çıkmağa çalışacağız"
diyordu. Cumhuriyetin 10. yıldönümü münasebetiyle söylediği tarihi
nutuk onun Batı uygarcılığının en içten gelen, en azimli ifadesidir.
Atatürk yeni devrimlerin korunması ve sürdürülmesi için aydınlara
güvenmiştir. "Millet iradesi ile milleti temsil edenler münevverler
olacaktır. Bunlar yaptığımız veya yapacağımız kanunlarla
inkilaplarımızı gerçekleştirecek ve muasır medeniyet seviyesine
ulaştıracaklardır." diyordu. Böylece her zaman ve her toplumda geçerli
olan bir gerçeği, yani toplumlarda aydınların daima yol gösterici
rolünü oynamak durumunda bulundukları gerçeğini açıklıyordu.
Yine 10. yıl nutkunda Cumhuriyeti gençliğe emanet ederken Türk
gençliğine olan güvenini ortaya koyan Atatürk devrimlerin bekçiliğinde
de Türk gençliğine güvenmiştir. Bu nedenle her yurtsever ve gerçek
aydın Türk Atatürkçülük önce kendini yetiştirirek batı medeniyeti
seviyesine ulaşmaktır. Bu ilk görev olan devrimlerin bekçiliği için
vazgeçilmez şarttır.
Bu itibarla Atatürk'ün dünya görüşü medeniyet değiştirme yönünden
daha ziyade mutlak, kültür değişmesi yönünden ise daha ziyade nisbidir.
Çünkü medeniyet daha ziyade milletlerarası maddi ve manevi değerler
manzumesi olduğu halde kültür, milletlerarası etkilere kapalı olmamakla
birlikte, daha ziyade milli değerler bütünüdür.
Milli dava, kişiliğinin devamıdır. Atatürk'ün tarih tezi, dilde
sadeleşme istemesi ve kültür alanındaki bilinen diğer devrimci
reformları Batı potası içinde Batı etkisine açık bir milli kültür
yaratmak içindir.
Netice olarak, Atatürk'ün dünya görüşünün büyük niteliği bir doğma
olmaması, realist ve prağmatik olmasıdır. Bu sebeple Atatürkçülük,
faşizm ve Komünizm gibi doğmatik ideolojileri red eder, onların maskesi
ve kalkanı olarak kullanılamaz.
Atatürk'ün dünya görüşünün realist ve pragmatik, yani faydaya ve
eyleme dönük bir dünya görüşü olması onun esnek bir dünya görüşü
olmasını, başka bir deyimle, yeni şartlara uymayı kabul etmesini
gerektirir. Fakat onun canlılığını ve devamlılığını sağlayan bu realist
ve pragmatik olma niteliğinin, yani esnekliğinin bir sınırı vardır. Bu
sınır ise Batı medeniyetini meydana getiren duyuş, düşünüş ve yaşayış
tarzını, onun hukuki, siyasi ve ahlaki temel ilkelerini kesinlikle ret
eden komünist ve fasist ideolojilerdir..
Medeniyeti ana fikri yatmaktadır. Atatürk de aslında Doğulu ve İslami
bir toplum olan Türk Toplumu için, Tanzimattan beri yenilenme ve
kurtuluş yolu olduğuna inanılan Batıya yönelme hareketine inanmıştır.
Fakat onun Batıcılığı Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinin Batıcılığı
gibi tavizci değil mutak ve radikaldir. Bu sebeple bütüncü ve
samimidir.
Atatürk 10 Ekim 1923 de Fransız yazarı Maurice Pernot ya verdiği
bir demeçte şöyle söylemiştir: "Türklerin asırlardan beri takip ettiği
hareket devamlı bir istikamet muhafaza etti. Biz daima şarktan Garba
doğru yürüdük... Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz
Türkiye'de asri binaenaleyh garbi bir hükümet vücuda getirmektir.
Medeniyete girmek arzu edipte garba yönelmemiş olan millet hangisidir
?" diyordu.
Atatürk'ün Batıcılığı radikaldi. Gerçekten Atatürk Tanzimat'dan
beri gelen Batıcılığın yarattığı ikiliği mesela okulun yanında medrese,
adliye mahkemeleri yanında şeriye mahkemeleri, şalvarın yanında
pantolon ikiliğini reddetmiştir. Batı medeniyetini bölünmez bir bütün
olarak almış, yalnız teknikte, bilim ve felsefede değil edebiyatta,
güzel sanatlarda, hukukta duyuş, düşünüş ve yaşayışda da Batılı olmak
gerektiğine inanmıştır.
Atatürk'ün dünya görüşünün radikal olması ve bu sebeple kültürle
medeniyeti birbirinden ayırmaya imkan vermez görünmesi onun gerçeğini
tam yansıtmaz. Atatürk'ün kültürle yapmak istediği batılılaşma
yönündeki devrimi sadece Batının metodunu, kalıplarını, ve özellikle
batılı düşünüş tarzını getirmektir. Çünkü Türk toplumunun geri
kalmasındaki en büyük sebebin kültür ikiliği olduğuna inanmakta,
tanzimat batıcılığının ister istemez meydana getirdiği bu ikiliğe son
vermek, Batılı zihniyette ve şekiller altında milli bir kültür yaratmak
istiyor, aydınla halkın bu kültürle kaynaşmasını istiyordu. Milletine
"Ne mutlu Türküm diyene!" haykırısı ile seslenen bir insanın başka
türlü düşünmesine imkan yoktur. 1934 de şöyle söylüyordu: "Bir artık
grabliyiz. Eski dünyaya hakim eski medeniyetimizle sadece övünerek
değil, bütün zincirleri kırarak, son asır medeniyetinin gittiği
yollardan yürüyerek, bu seviyenin de üstüne çıkmağa çalışacağız"
diyordu. Cumhuriyetin 10. yıldönümü münasebetiyle söylediği tarihi
nutuk onun Batı uygarcılığının en içten gelen, en azimli ifadesidir.
Atatürk yeni devrimlerin korunması ve sürdürülmesi için aydınlara
güvenmiştir. "Millet iradesi ile milleti temsil edenler münevverler
olacaktır. Bunlar yaptığımız veya yapacağımız kanunlarla
inkilaplarımızı gerçekleştirecek ve muasır medeniyet seviyesine
ulaştıracaklardır." diyordu. Böylece her zaman ve her toplumda geçerli
olan bir gerçeği, yani toplumlarda aydınların daima yol gösterici
rolünü oynamak durumunda bulundukları gerçeğini açıklıyordu.
Yine 10. yıl nutkunda Cumhuriyeti gençliğe emanet ederken Türk
gençliğine olan güvenini ortaya koyan Atatürk devrimlerin bekçiliğinde
de Türk gençliğine güvenmiştir. Bu nedenle her yurtsever ve gerçek
aydın Türk Atatürkçülük önce kendini yetiştirirek batı medeniyeti
seviyesine ulaşmaktır. Bu ilk görev olan devrimlerin bekçiliği için
vazgeçilmez şarttır.
Bu itibarla Atatürk'ün dünya görüşü medeniyet değiştirme yönünden
daha ziyade mutlak, kültür değişmesi yönünden ise daha ziyade nisbidir.
Çünkü medeniyet daha ziyade milletlerarası maddi ve manevi değerler
manzumesi olduğu halde kültür, milletlerarası etkilere kapalı olmamakla
birlikte, daha ziyade milli değerler bütünüdür.
Milli dava, kişiliğinin devamıdır. Atatürk'ün tarih tezi, dilde
sadeleşme istemesi ve kültür alanındaki bilinen diğer devrimci
reformları Batı potası içinde Batı etkisine açık bir milli kültür
yaratmak içindir.
Netice olarak, Atatürk'ün dünya görüşünün büyük niteliği bir doğma
olmaması, realist ve prağmatik olmasıdır. Bu sebeple Atatürkçülük,
faşizm ve Komünizm gibi doğmatik ideolojileri red eder, onların maskesi
ve kalkanı olarak kullanılamaz.
Atatürk'ün dünya görüşünün realist ve pragmatik, yani faydaya ve
eyleme dönük bir dünya görüşü olması onun esnek bir dünya görüşü
olmasını, başka bir deyimle, yeni şartlara uymayı kabul etmesini
gerektirir. Fakat onun canlılığını ve devamlılığını sağlayan bu realist
ve pragmatik olma niteliğinin, yani esnekliğinin bir sınırı vardır. Bu
sınır ise Batı medeniyetini meydana getiren duyuş, düşünüş ve yaşayış
tarzını, onun hukuki, siyasi ve ahlaki temel ilkelerini kesinlikle ret
eden komünist ve fasist ideolojilerdir..
tolga_FbYeni Üye - Mesaj Sayısı : 46
Kayıt Tarihi : 06/03/10
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz