Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

İzmir İktisat Kongresi Konuşması

Aşağa gitmek

İzmir İktisat Kongresi Konuşması Empty İzmir İktisat Kongresi Konuşması

Mesaj tarafından tolga_Fb C.tesi Mart 06, 2010 7:01 pm

Efendiler;



Aziz Türkiye'mizin iktisadi tealisi esbabını aramak ve bulmak gibi
vatani, hayati ve milli bir gaye-i mukaddese için bugün burada
toplanmış olan sizlerin, muhterem halk mümessillerinin huzurunda
bulunmakla çok mesut ve bahtiyarım.



Efendiler;



Uzun gafletlerle ve derin lakaydi ile geçen asırların bünye-i
iktisadiyemizde açtığı yaraları tedavi etmek ve çarelerini aramak;
memleketi mamuriyete, milleti refahiyet ve saadete isal yollarını
bulmak için vuku bulacak mesainizin muvaffakiyetle neticelenmesini
temenni eylerim.



Arkadaşlar;



Sizler, doğrudan doğruya milletimizi temsil eden halk sınıflarının
içinden ve onlar tarafından müntahab olarak geliyorsunuz. Bu itibarla
memleketimizin halini, ihtiyacını, milletimizin elemlerini ve
emellerini yakından ve herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin
söyleyeceğiniz sözler, alınması lüzumunu beyan edeceğimiz tedbirler,
halkın lisanından söylenmiş telakki olunur ve bunun için en büyük
isabetlere malik olur. Çünkü halkın sesi, hakkın sesidir.



Efendiler;



Tarih, milletimizin itila ve inhitatı esbabını ararken birçok siyasi,
askeri, içtimai sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok bütün bu
sebepler hadisat-ı ictimaiyede müessirdirler. Bir milletin doğrudan
doğruya hayatiyle alakadar olan, o milletin iktisadiyatıdır. Tarihinin
ve tecrübenin tespit ettiği bu hakikat bizim milli hayatımızda ve milli
tarihimizde tamamen mütecellidir. Hakikaten Türk tarihi tetkik olunursa
itila, inhitat esbabının iktisadi mesailden başka bir şey olmadığı
derhal anlaşılır.



Efendiler;



Tarihimizi dolduran zaferler, yahut izmihlallerin kaffesi ahval-i
iktisadiyemizle münasebettar ve alakadardır. Yeni Türkiye'mizi layık
olduğu mertebe-i resanete isâl edebilmek için, behemehal
iktisadıyatımıza birinci derecede ve en çok ehemmiyet vermek
mecburiyetindeyiz, zamanımızın tamamen bir iktisat devrinden başka bir
şey değildir.



Bir milletin esbab-ı hayatiyesini, refahiyet ve saadetini teşkil
eden iktisadıyatla iştigal etmemesi, edememesi nazar-ı dikkati calib
bir keyfiyettir. İtirafa mecburuz ki, iktisadiyatımıza lüzumu kadar
ehemmiyet verememiş bulunuyoruz. Bir milletin esbab-ı hayatiyesiyle
iştigal etmemesi veya edememesi, o milletin yaşadığı edvar ile ve o
edvarı tesbit eden tarih ile çok alakadardır. Bunun esbabını
geçirdiğimiz edvarda, bilhassa tarihimizde arayabilirsiniz. Şimdiye
kadar hakiki manasıyla milli bir devir yaşamadık, binaaleyh milli bir
tarihe malik olamadık.



Bu noktaya biraz izah edebilmiş olmak için hep beraber Osmanlı
tarihini hatırlayalım: Osmanlı tarihinde bütün gayretler, bütün mesai
milletin arzusu, amali ve ihtiyacat-ı hakikiyesi nokta-i nazarından
değil, şunun, bunun amalini, ihtirasatını tatmin nokta-i nazarından
vukubulmuştur.



Mesela, Fatih İstanbul'u zaptettikten sonra yani Selçuki
Saltanatiyle Şarki Roma İmparatorluğu'na tevarüs eyledikten sonra Garbi
Roma İmparatorluğu'na da konmak istedi. Bunun içinde büyün milleti bu
hedefe doğru sevketti.



Mesela; Yavuz Sultan Selim, Fatih'in açtığı Garb cephesini tesbit
ile beraber Asya İmparatorluğu'nu birleştirerek büyük bir İslam
ittihadı meydana getirmek istedi.



Kanuni Süleyman, her iki cepheyi tevsi etmek, bütün Bahr-i sefidi
bir Osmanlı havzası haline getirmek Hindistan üzerinde nüfuz tesisi
gibi şahane bir siyaset takib etmek istedi ve tabii bunun içinde
unsur-ı asliyi, milleti kullandı.



Arkadaşlar;



Bütün bu ef'al ve hareket tetkik olunursa, görülür ki, bu kudretli ve
azametli padişahlar, siyaset-i hariciyelerini; emelleri, arzuları ve
ihtiraslarına istinad ettirmişler ve teşkilat ve siyaset-i
dahiliyelerini, bu mevlud-i ihtirasat olan siyaset-i hariciyelerine
göre, tanzim mecburiyetinde kalmışlardır.



Halbuki teşkilat-ı dahiliyenin, siyaset-i dahiliyenin vüs'at ve
tahammül derecesinde bir siyaset-i hariciye takib eylemek mecburiyeti
vardır. Aksi takdirde felaket ve hüsran muhakkaktır.



Filhakika Osmanlı Hakanları asıl olan bu noktayı unuttular. Bütün
ef'al ve harekatlarını hayaller ve emeller üzerine bina ettiler.
"Teşkilat-ı dahiliyeyi" siyaset-i hariciyeye uydurmak mecburiyeti hasıl
olunca, zaptettikleri mahallerdeki anasırı, olduğu gibi muhafaza
mecburiyetinde kaldıktan başka onlara istisnalar, imtiyazlar
bahşettiler.



Diğer taraftan unsur-i asliyi, uzun seferlerde, fütuhat
meydanlarında dolaştırttılar ve bu suretle kendi kendini tahrib etmiş
oluyordu.



Bu itibarla Millet, yani unsur-i asli kendi evinde, kendi yurdunda
esbab-ı hayatiyesini istihsal için çalışmaktan mahrum bir halde
bulunuyordu. Bu tacidarlar, milleti böyle diyar diyar dolaştırmakla
iktifa etmiyorlar; belki fütuhat dairesi dahiline giren halkı memnun
etmek, ecnebileri memnun etmek için, unsur-i aslinin hukukundan
menabi-i iktisadiyesinden bir çok şeyleri (atiyye) olarak onlara
bahşediyorlardı.



Mesela Fatih zamanında Cenevizlilere verilen imtiyazlar bu
kabildendir. Nitekim bu imtiyazlarla açılan yol bilahare kendisinden
sonra tevesü etmiş bulunuyordu. Ve bu imtiyazat, devletin en kuvvetli
zamanında, vukubuluyordu ve bunlar, mahza ihsan-ı şahane olmak üzere
vukubuluyordu. Kanuni zamanında Venediklilerle bir ticaret muahedesi
yapılmak istenmişti. Padişah bunu şerefine mugayir buldu. Zira ona göre
muahede, müsavi devletler arasında yapılabilirdi. Halbuki o zaman
Venedikliler bir bende makamında idiler. Öyle olmakla beraber ona
müsaadatta bulunuldu. İşte bu müsaade kelimesi bilahare (kapitülasyon)
kelimesi ile tercüme edilmişti. Bu, arz-ı teslimiyete mecbur olanlar ve
bir kal'a içinde mahsur olanlar arasında kullanılan bir kelimedir.



Millet, eviyle ve esbab-ı hayatiyesiyle iştigalden memnu olarak
diyar diyar dolaştırılıyorken bu diyarlar halkı birçok imtiyazlara
malik olarak çalışıyor, yani fatihler unsur-i asliyi peşine takarak
kılıçla fütuhat yaparken, zaptolunan memalik ahalisi kazandıkları
imtiyazlarla, muhtariyetlerle sapanlarına yapışıyorlar ve toprak
üzerinde çalışıyorlardı.



Fakat efendiler alelacele fütuhat yapanlar, sapanla fütuhat
yapanlara binnetice terk-i mevki etmeğe mahkümdur. (Alkışlar) Bu bir
hakikattir ki , tarihin her devrinde aynen vakidir. Mesela Fransızlar
Kanada'da kılıç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmiştir. Bir müddet
kılıçla sapan yekdiğeriyle mücadele etti.Ve nihayet sapan galebe
çalarak İngilizler Kanada'ya sahip oldu. (Alkışlar) Efendiler;



Kılıç kullanan kol yorulur, fakat sapan kullanan kol her gün daha
çok kuvvetlenir ve her gün toprağa daha çok sahib olur. (Alkışlar)



Efendiler;



Osmanlı fatihleri, hakanları, müstevlileri unsur-i asli ile beraber
sapanın önünde mağlup olup ric'ate başladıktan sonra asıl felaketlerin
büyüğü başladı. Atiyye-i Şahane olarak ecnebilere bahşedilmiş olan ve
memleket dahilindeki gayr-ı müslimlere verilen herşeyi hukuk-i
müktesebe telakki olundu. Fakat ecnebiler bununla iktifa etmediler; her
gün bunu tevsi için aradılar ve buldular. Anasır-ı dahiliye, muhafazaya
muktedir oldukları imtiyazata istinaden ve haricin tertibat ve
müzaharetine sığınarak siyasi bir mevcudiyet iktisabı için çalışmaktan
geri durmadılar. Ecnebiler bir taraftan anasır-ı dahiliyeyi teşvik,
diğer taraftan müdahale ile devlet ve millet aleyhine yeni imtiyazlar
alıyorlardı. Bu tazyikat-ı mütemadiye altında zaten fakir düşmüş olan
anayurdu ve unsur-i asli, devlete verebilecek parayı güç tedarik
edebiliyorlardı. Fakat tacidarlar, saraylar, bab-ı aliler debdebeyi
idame için paraya muhtaçtırlar. Bunun için, bunu temin çarelerine
tevessül etmiştiler. O çarelerde harici istikrazlar akdi oluyordu.
Fakat istikraz şeraitini o kadar fena yapıyorlardı ki, bazılarını
ödemek mümkün olmamaya başladı. Ve nihayet birgün devletler Osmanlı
Devleti'nin iflasına karar verdiler ve düyun-ı umumiye belasını
başımıza çöktürdüler.



Efendiler;



Milletin duçar olduğu bu hazin hal ve bu sefaletin esbabını arayacak
olursak, doğrudan doğruya devlet mefhumunda buluruz. Biliyorsunuz ki,
Osmanlı Devleti saltanat-ı şahsiye ve en son beş on sene zarfında da
saltanat-ı meşruta esasına müsteniden idare-I hükümet ediyordu.
Saltanatı şahsiyede her hususta yalnız tacidarların arzu, emel ve
iradeleri hakimdir.



Milletin arzu, emel, irade ve ihtiyaçları mevzuubahis olmaktan
uzaktır. Millet, amal ve iradesinden tecerrüd etmiştir. Tacidarlar
kendilerini Allah tarafından gönderilmiş bir şahsiyet-i ilahiye
farzederler. Etrafını alan menfaatperestan, padişahın zihniyet ve
arzusunu bir lazıme-i semaviye, bir lazıme-i Kur'aniye gibi herkese
telkin ederler. Bu telkinat karşısında birgün bütün halk, bu arzu ve
iradelerin - bila muhakeme iradat-ı semaviye olduğuna kani olur. Bundan
tecerrüde rıza gösteren bir milletin akibeti felaket, musibettir.



Arkadaşlar;



Son tavsif ettiğim noktada artık Osmanlı Devleti hakikatte ve fi'len
mahrum-i istiklal bir hale getirilmişti. Bir devlet ki, teb'asına
koyduğu vergiyi ecnebilere koyamaz; bir devlet ki gümrükleri için rüsum
muamelesi vesaire tanzimi hakkından men'edilir, bir devlet ki ecnebiler
üzerinde hakk-ı kazasını tatbikten mahrumdur. O devlete müstakil
denilemez.



Devletin ve milletin hayatına yapılan müdahalat bundan daha
fazladır. Milletin ihtiyacat-ı iktisadiyesinden olan mesela şömendöfer
inşası, mesela fabrika yapmak için devlet serbest değildi! Böyle bir
şeye teşebbüs olunursa behemehal müdahale olunurdu. Hayatını teminden
aciz olan bir devlet müstakil olabilir mi?



Osmanlı ülkesi ecnebilerin müstemlekesinden başka bir şey değildi.
Osmanlı halkı, Türk milleti esir vaziyetine getirilmişti. Bu netice,
arzettiğim gibi milletin kendi irade ve hakimiyetine malik
bulunamamasından, şunun bunun elinde istimal edilmesinden neş'et
etmişti.



O halde diyebiliriz ki, milli bir devir yaşamıyorduk. Milli tarihe
malik bulunmuyorduk. Osmanlı tarihi padişahların, hakanların,
zümrelerin dasitanı mahiyetinde idi. Mazinin tarih diye uzattığı
kitabın mahiyeti bundan ibarettir.



Arkadaşlar;



Milletin hakimiyetine sahib olamaması yüzünden dahil olduğumuz Harb-i
umumiden ve bu harb-i umumide kıymetli evlatlarınızdan mürekkeb
kahraman ordularımızın Galiçya, Romanya, Makedonya, Kafkas Şahikaları ,
Tur-i Sina çöllerinde duçar olduğu zahmetleri hatırlatacak kadar çok
zaman geçmedi ve en nihayet bu Harb-i umuminin şeametli neticesi de
malumdur. Bilhassa Mondros mütarekesiyle açılan devrin manzarasını
biran düşünmek isteyecek olursanız baştan aşağı kadar bir manzara-i
inhilalden başka birşey olmadığını anlarsınız. Devletler her türlü
hukuk-i insaniyeden tecerrüt ederek memleketimizin en kıymetli ve en
feyzdar yerlerini çiğnediler.



İzmir, Bursa, Eskişehir, Sakarya, Anadolu, Adana, Trakya, İstanbul
vesaire gibi en aziz yerlerimizi çiğnediler. Fakat düşmanların bu
tarz-ı hareketten daha elim bir nokta varsa, o da bu memleketin
asırlarca başında bulunan insanların dahi düşman saflarına geçmiş
bulunmasıdır. (Kahrolsun sadaları)



Arkadaşlar;



Biliyorsunuz ki, bu dahili düşmanlar, harici düşmanların yapmaya
muktedir olamayacağı şen'i ve feci ef'al ve harekatı irtikabda tereddüt
göstermemişlerdir. Harici düşman kuvvetleri saydığım aziz vatan
topraklarında bulunurken, padişahın iradeleri ve neşrettiği
fetvalarıyla ve hilafet ordularıyla bu masum millet şurada, burada
izlal ve iğfal olunuyordu. Ve kendi mevcudiyetine karşı, farkına
varamayarak, silah istimal ediyordu ve nihayet hep bildiğimiz veçhile
Osmanlı Devleti tamamen münkariz olmuştu.



Fakat düşmanlarımız aynı zamanda Osmanlı Devletiyle beraber Türk
Milletinin de mahvolduğunu zannetti. İşte bunda çok aldanıyordu.
Osmanlı Devleti gibi çok devletler kurmuş olan Türk Milleti mahvolmazdı
ve mahvolmamıştı. (Şiddetli alkışlar) Bilakis hayatına vurulan bu
darbelerden harici ve dahili düşmanların acı darbelerinden birdenbire
bütün tayakkuzlarını, bütün intibahlarını takındı, hayatını, şerefini
kurtarmak için kemal-i şerefle başını kaldırdı. Ve müttehiden ve
mütesaniden ortaya atıldı. (Şiddetli alkışlar) İşte milletimiz o
dakikadan itibaren milli bir devre girdi; bir halk devresinin mebdeini
kurdu. Millet bu mebdeden işe başladığı gün, kendisine hedef olan
yolların ne kadar kesif zulmetler içinde bulunduğunu hatırlarız. Bu hal
Millet'i ye'se düşürmedi. Kemal-i azm ile hedefine hatvelerini attı.



Efendiler;



Milletimiz halas-ı kat'i ve hakikiye mazhar olabilmek için iki umdeye
istinadın şart olduğunu anladı. Onlardan birincisi: Misak-ı Milli'nin
ifade ettiği ruh ve mana.



İkincisi: Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzun tesbit ettiği gayr-ı kabil tebeddül hakayık.



Misak-ı Milli, milletin istiklal-i tammını temin eden ve bunun
için iktisadiyatında inkişafına mani olan bütün sebepleri bir daha
avdet idrak etmemek üzere lağveden bir düsturdur. Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu Osmanlı İmparatorluğu'nun, devletinin tarihe münkalib olduğunu
idrak eden, onun yerine yeni Türkiye Devleti 'nin kaim olduğunu ilan
eden bir kanundur. Bu devletin hayatınında bila kayd ü şart hakimiyetin
milletin uhdesinde kalacağını ifade eden kanundur.



Bu kanun, hakimiyetin milletin uhdesinde kalabilmesi için halkın bizzat kendini idaresini şart kılan bir kanundur.



Artık Türkiye halkı için yegane mümessil teşrii ve icrai
salahiyeti haiz olan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetidir. Diyen
bir kanundur. Bab-ı ali yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi ve
hükümetini koyan bir kanundur.



Efendiler;



Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetinin milletten aldığı veçhile
istiklal-i tam, hakimiyet-i Milliye umdelerine istinaden milleti
zengin, memleketi mamur etmekten ibarettir. (Alkışlar)



Efendiler;



Bu umde icabı bütün cihan bilmelidir ki, artık Türkiye halkı;
hakimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hakimiyet demek şeref
demek, namus demek, haysiyet demektir. Bir milletten bu evsaf-ı
medeniye ve insaniyesinin terkini taleb etmek onu insanlıktan çıkarmak
demektir.



Efendiler;



Milletimiz bu iki esasa istinad eder. Çalışmaya başladığı günden bugüne
kadar geçen zaman çok değil, üç buçuk, dört seneden ibarettir, fakat
milletimizin kazandığı muvaffakiyat ve muzafferiyat bu senelere
sığmayacak kadar çoktur, taşkındır, yüksektir ve kuvvetlidir. (Sürekli
alkışlar)



Hakikaten irade-i seniyyeler; Hilafet orduları ve teşvikat ile
olan isyanların kaffesi bastırılmıştır ve tüfeksiz, topsuz, parasız
bulunduğu bir zamanda yeniden dünyanın en kudretli en azametli ordusunu
teşkile kudretyab olmuştur. (Alkışlar) Orada daha hal-i teşekkülde iken
birinci ikinci İnönü Sakarya zaferlerini ihraz etmiş (Alkışlar) ve
cihanı hayretlerde bırakan en son muzafferiyeti de kemal-i şiddet ve
süratle ihraz ederek düşman ordularını bire kadar mahvetmiştir. (Pek
sürekli alkışlar yaşa, var ol sadaları)



İstiklal-i tam için şu düstur var: Hakimiyet-i Milliye,
hakimiyet-i iktisadiye ile tarsin edilmelidir. Bu kadar büyük gayeler,
bu kadar mukaddes, azametli hedefler kağıt üzerindeki düsturlarla, arzu
ve hırsla husul bulamaz. Bunların tahakkuk-i tammını temin için yegane
kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyattır. Siyasi ve askeri
muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle tetvic
edilemezse semere, netice paydar olamaz. En kuvvetli ve parlak
zaferimizide tetvic eden semerat-ı nafiayı temin için hakimiyet-i
iktisadiyemizin temin ve tarsini lazımdır.



Bu kadar feyizli, bu kadar kudretli olan yeni hükümetimizin
düşmansız kalacağını farzetmek doğru değildir. Bunun için çok kundaklar
koyarak münhedem etmeğe çalışacak ve suikasde teşebbüs edecekler
bulunacaktır. Bütün bunlara karşı silahımız, iktisadiyatımızdaki
kuvvet; resanet ve muvaffakiyetimiz olacaktır.



Efendiler;



Dahil olduğumuz halk devrinin, milli devrin milli tarihini de
yazabilmek için kalemler, sapanlar olacaktır. (Alkışlar) Bence halk
devri iktisat devri mefhumiyle ifade olunur. Öyle bir iktisat devri ki,
memleketimiz mamur, milletimiz müreffeh ve zengin olsun. Bu noktada bir
felsefeyi hatırlayınız o da: "El-kana'atu kenzün la-yüfna"



Bu felsefeyi yanlış tefsir yüzünden bu millete büyük fenalık
edilmiştir. Allah yarattığı nimet ve güzellikleri insanların istifadesi
için yaratmıştır. Allah zeka ve aklı bunun için verdi. Eğer vatan
kupkuru dağ ve taşlardan, viran köy, kasaba ve şehirlerden ibaret
olsaydı onun zindandan farkı olamazdı. Felsefenin sahibleri memleketi
zindan ve cehennemden başka bir şey yapmamıştı. Bu vatan evlad ve
ahfadımız için cennet yapılmaya layıktır. Bu faaliyet-i iktisadiye ile
kaabildir. Öyle bir iktisat devri ki, artık milletimiz insanca
yaşamasını bilsin ve o esbabı bilerek ona göre lazım olan tedabire
tevessül etsin.



Arzumuz şudur: Bu memleketin efradı ellerinde nümuneleriyle,
ziraat, ticaret, sanat, say ve sapanın mümessili olsun. Artık bu
memleket fakir, millet hakir değil, belki memleketimiz zenginler
memleketidir. Bu yeni Türkiye'nin adına, çalışkanlar diyarı denir.
(Alkışlar) İşte millet böyle bir devir içinde bulunuyor, bu böyle bir
devri ala edecek ve tarihini yazacaktır. Bu tarihte en büyük makam
çalışkanlara ait olacaktır. (Alkışlar)



Efendiler;



Türkiye İktisat Kongresi tarihte ilk defa ihraz-ı mevki-i bülend edecek
bir kongredir. Ve sizler bu memleketin ihtiyacını, milletin ihtiyacını
ve milletin kabiliyetini ve bunun karşısında dünyada mevcut olan çok
kuvvetli iktisat teşkilatını nazar-ı dikkate alarak, alınması
lazımgelen tedbirleri kemal-i vuzuh ile teati ve tesbit etmelisiniz. O
tedbirler tatbik olundukça memleketimizin nurlara, feyizlere müstagrak
olsun.



Arkadaşlar;



Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetiniz tabii milletin amali
dairesinde terakki ve teceddüde tamamen taraftardır. Bunun için mülk ve
millete naf'i ittihaz edeceğiniz tedabiri memnuniyetle nazar-ı dikkate
alacaktır. Efendiler;



İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki,
ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasi'dir. Çok say
ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi
sermayelerine lazımgelen teminatı vermeğe her zaman hazırız. Ecnebi
sermayesi bizim say'imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli
neticeler versin. Mazide, Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesi
müstesna bir mevkiye malikti, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin
jandarmalığından başka birşey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye
buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız. (Alkışlar)



Arkadaşlar;



son söz olarak demiştim ki; Memleketimizi artık esir ülkesi
yaptırmayız. Nazar-ı dikkatinizi celbetmiş olan konferansın son
müzekeratı bu nokta ile alakadardır. Lozan konferansının talike
uğraması aynı mesele ve noktadan münbaistir. Ordularımız en büyük bir
zaferi ihraz etmişler ve meşy-i muzafferranesini tevkif edecek hiç bir
mania mevcut değildi. Böyle bir zamanda İtilaf Devletleri Hukuk-i
tabiiye ve meşruamızı müzakerat ile tasdik edeceklerini, müzakeratla
halledeceklerini söylediler ve bizi konferansa davet ettiler.



Millet, Meclis ve hükümetimiz samimi olarak sulh taraftarı
bulunduğu için muzaffer ordularımızı durdurarak, heyet-i murahhasamızı
Lozan'a gönderdik aylardan beri müzakerat, münakaşat devam etti.
Muhatablarımız hukukumuzu tasdik etmiş olmadı.



Konferanstaki muhatablarımız bizimle üç dört senelik değil, üçyüz,
dörtyüz senelik hesabatı rü'yet ediyorlar ve hala muhatablarımız
Osmanlı Devleti'nin tarihe karıştığını ve bugün yeni Türkiye'nin
mevcudiyetini, bunu kuran milletin çok azimkar, imanlı ve celadetli
olduğunu, istiklal-i tamm ve hakimiyet-i milliyesinden zerre kadar
fedakarlık yapamayacağını hala anlayamamışlardır. Bu yüzden İtilaf
Devletleri düçar-ı tereddüt oldu. İstedikleri kadar tereddüt
edebilirler. Bu millet artık kararını vermiştir. Bu millet için
tereddüt devirleri çoktan geçmiştir. (Pek sürekli ve pek şedid
alkışlar)



Devletlerin hey'et-i murahhasımıza verdikleri son proje bittabi
şayan-ı kabul görülmedi. Ve diğer murahhaslar gibi bizimkiler de
vaziyeti hükümet ve icab ederlerse, meclise izah etmek üzere memlekete
avdet ediyorlar. Tabii istizahat olacaktır.



Nihayet bütün cihan bilsin ki, bu millet istiklal-i tammının temin
edildiğini görmedikçe yürümeğe başladığı yoldan bir an tevakkuf
etmeyecektir. (Alkışlar) Biz kimseden fazla birşey istemiyoruz, her
medeni milletin malik olduğu şeylerden mahrum edilmemeliyiz. Haklarımız
tabii meşrudur, bize lazımdır. Ne kadar haklı isek bunu müdafaa için de
memleket ve milletimizin kabiliyet ve kudreti de o kadardır.(Alkışlar)



Efendiler;



Görülüyor ki, bu kadar kat'i ve yüksek bir zafer-i askeriden sonra dahi
bizi sulha kavuşmaktan men'eden esbab doğrudan doğruya esbab-ı
iktisadiyedir, mülahazat-ı iktisadiyedir. Çünkü bu devlet, bu millet
hakimiyet-i iktisadiyesini temin ederse, o kadar kuvvetli temel
üzerinde yerleşmiş ve teali etmeğe başlamış olacaktır ve artık bunu
yerinden kımıldatmak mümkün olamayacaktır. İşte düşmanlarımızın, hakiki
düşmanlarımızın muvafakat, bir türlü rıza göstermedikleri budur.



Efendiler;



Bu fi'len vaki olmuştur. Sulh denilen şeyin temini için ecnebilerin bu
hakikati itiraf etmemekteki tereddütlerine mantıki mana vermek mümkün
değildir. Çok şayan-ı arzudur ki, pek yakın bir zamanda onlar da bu
hakikati itiraf ederler ve bütün cihan-ı medeniyetin pek büyük hahiş ve
tahassürle intizar ettiği sulhun in'ikadına mani olmak mes'uliyetinden
ictinab ederler. Şimdiden esbab-ı hayatiyetimizi temine başlamış
bulunuyoruz. Ve bittabi hal-i sulhun in'ikadında daha büyük inkişafat
oluyor. Fakat muvaffak olmak için çok çalışmak lazım olduğunu
bilmeliyiz. İktisadiyat, iktisadiyat diyoruz. Fakat arkadaşlar
iktisadiyat demek herşey demektir. Yaşamak için, mesut olmak için,
mevcudiyet-i insaniye için ne lazımsa bunların kaffesi demektir, ziraat
demektir, ticaret demektir, say demektir, herşey demektir. Bütün bu
hususta el'an memleket ve milletimizin ne halde olduğunu sizler çok
güzel bilirsiniz. Tavsif etmek istemeyeceğim. Ancak memleketimizin
vüs'ati ve nüfuzumuzun bu vüs'atle ne kadar gayrı mütenasib olduğunuda
hatırlayınız. Bu vasi ve feyizli toprakları işleyebilmek, işletebilmek
için noksan olan el emeğini behemehal fenni alat ile telafi etmek
mecburiyetindeyiz. Memleketimizi bundan başka şömendöferler ile ve
üzerinde otomobiller çalışır şoseler ile şebeke haline getirmek
mecburiyetindeyiz. Çünkü garbın ve cihanın vesaiti bunlar oldukça,
şömendöferler oldukça, bunlara karşı merkebler ve kağnı ile ve tabii
yollar üzerinde müsabakaya çıkışmanın imkanı yoktur. Memleketimiz
ziraat memleketidir. Bu itibarla, halkımızın ekseriyeti çiftçidir,
çobandır. Binaenaleyh en büyük kuvveti, kudreti bu sahada
gösterebiliriz ve bu sahada mühim müsabaka meydanlarına atılabiliriz.
Fakat aynı zamanda sınaatımızı da tezyid ve tevsi etmek
mecburiyetindeyiz. Eğer sanat hususunda yine müsamahakar olursak, o
halde asar-ı sanayide yine haricin haraç-güzarı oluruz, mahsulat ve
mamulatın mübadelatı ve servete inkılabı için ticarete ihtiyacımız
vardır. Ticaretimizin agyar elinde kalması memleketimizin servetinden
lüzumu kadar istifade edememeği bais olur. Fakat bütün bunlar
söylendiği kadar basit ve kolay olmayan şeylerdir. Bunda muvaffak
olabilmek için hakikaten memleketin ve milletin ihtiyacına mutabık
esaslı program üzerinde bütün milletin müttehit ve hemahenk olarak
çalışması lazımdır. Hey'et-i aliyeniz bu esasatın en kıymetlilerini
inşallah bulup ortaya koyacaksınız "Arkadaşlar bence yeni devletimizin,
yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları iktisat
programından çıkmalıdır. Çünkü demin dediğim gibi herşey bunun içinde
mündemiçtir. Binaenaleyh evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye
etmeliyiz, onlarabu suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alem-i
ticaret, ziraat ve sınaatte ve bütün bunların faaliyet sahalarında
müsmir olsunlar, müessir olsunlar, faal olsunlar, ameli bir uzuv
olsunlar." Binaenaleyh maarif programımız gerek iptidai tahsilde, gerek
orta tahsilde verilecek bütün şeyler bu noktai nazara göre olmalıdır.
Maarif programlarımız gibi şuabat-ı devlet için tasavvur olunacak
programlar dahi iktisat programına istinad etmekten kendini
kurtaramazlar. Esaslı bir program tesbit etmek, program üzerine bütün
milleti hemahenk olarak çalıştırmak lazımdır. Bizim halkımızın
menfaatleri yekdiğerinden ayrılır sunuf halinde değil bilakis
mevcudiyetleri ile muhassala-i mesaisi yekdiğerine lazım olan
sınıflardan ibarettir. Bu dakikada sami'lerinin çiftçilerdir,
sanatkarlardır, tüccarlardır ve işçilerdir. Bunların hangisi
yekdiğerinin muarızı olabilir. Çiftçinin sanatkara; sanatkarın çiftçiye
ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine, yekdiğerine ve ameleye muhtaç
olduğunu kim inkar edebilir.



Bugün mevcut olan fabrikalarımızda ve daha çok olmasını temenni
ettiğimiz fabrikalarımızda kendi işçilerimiz çalışmalıdır. Müreffeh ve
memnun olarak çalışmalıdır. Ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı
zamanda zengin olmalıdır. Ve hayatın lezzet-i hakikisini tadabilmelidir
ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsin. Binaenaleyh programdan
bahsolunduğu zaman adeta diyebiliriz ki, bütün halk için bir say
misak-ı milisi mahiyetinde olan program etrafında toplanmakta hasıl
olacak olan şekl-i siyasi ise alel'ade bir fırka mahiyetinde tasavvur
edilmemek lazımgelir ve bade's-sulh vukua gelebilecek böyle şekl-i
siyasinin şimdiye kadar olduğu gibi milletin azim ve imanıyla ve vahdet
ve tesanüdün birbirine müzahir olmasıyla muvaffak olacağı hakkındaki
kanaatim kavidir ve tamdır.



Efendiler,



Hey'et-i aliyenizin bugün akdedmiş olduğu Türkiye İktisat Kongresi çok
mühimdir. Çok tarihidir. Nasıl ki, Erzurum Kongresi felaket noktasına
gelmiş olan bu milleti kurtarmak hususunda Misak-ı Millinin ve
Taşkilat'ı Esasiye Kanununun ilk temel taşlarını tedarik hususunda amil
olmuş, müessir olmuş, müteşebbis olmuş ve bundan dolayı tarihimizde,
tarih-i millimizde en kıymetli ve yüksek hatırayı ihraz etmiş ise ,
kongreniz dahi milletin ve memleketin hayat ve halas-ı hakikisini
temine medar olacak düsturun temel taşlarını ve esaslarını ihraz edip
ortaya koymak suretiyle tarihte büyük namı ve çok kıymetli bir hatırayı
ihraz edecektir. (Alkışlar) Bu kadar kıymetli ve tarihi kongrenizi
küşad etmek şerefini bana bahşettiğinizden dolayı hassaten arz-ı
teşekkürat ederim. (Alkışlar)(Estağfurullah sesleri) Ve böyle bir
kongreyi akdeden sizlersiniz. Bundan dolayı sizi şayan-ı tebrik görür
ve tebrik ederim. (Teşekkür ederiz sesleri) Kongre küşad edilmiştir
efendim.
tolga_Fb
tolga_Fb
Yeni Üye
Yeni Üye

<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 46
<b>Kayıt Tarihi</b> Kayıt Tarihi : 06/03/10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz